Ambulansla güç bela yetiştiler hastaneye. Durumu kritikti. Yoğun bakımın önünde geçirilen o uykusuz dört geceyi hiç biri unutmayacaktı. Göğsüne takılan elektrotlar başucundaki ekrana bağlı, diğer veriler kalp grafiğiyle birlikte hemşire odasındaki ana ekranda görünüyordu. Tülin cam bölmenin arkasından ona bakarken, yer yer kırlaşmış kıvırcık saçlarını, ‘Bir açsa da tekrar görebilsem.’ diye umduğu zeytin gözlerini, yumuşacık yanaklarını özlemişti kocasının.
***
Orta birden terk olmasına rağmen herkes fakülte bitirmiş sanırdı onu. Kendini hayat üniversitesi mezunu olarak görürdü. Hatta arkadaşlarıyla çıktığı bir Avrupa gezisinde bavulun etiketine “Yüksek Kabzımal” yazacak kadar da dalga geçerdi okumamışlığıyla. Bazı yakınları onun bu tavrını anlamaz, kızarlardı. “Bir yerlere geldin, artık bazı şeyleri değiştir. Mesleğini sorduklarında, ‘Meyve Sebze Komisyoncusuyum’ de çık işin içinden” Hemen düzeltirdi. “Yaptığım iş kabzımallık, ne var bunda utanılacak? ” Bulunduğu konuma gelebilmek için uzun yıllar çalışmış, kendini yetiştirmişti. İçinde şehrin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir arkadaş grubu vardı. Tahsil durumunu öğrendiklerinde en çok şu soruyla karşılaşıyordu.
“Bu kadar entel olduğunuza göre herhalde çok kitap okudunuz.” ‘Evet’ derdi o zaman; okuduğum Tommiks, Teksas’ları yan yana koysanız Edirne’den Ardahan’a yol olur.
İkinci kattaki evlerinin balkonundan yan komşuya doğru beline kadar sarkıp, Beyaz Eşyacı’dan aynı zamanda aldıkları televizyonu uzaktan kumanda ile değiştirecek kadar şakacıydı. Seyrettiği bir filmden öğrenmişti bu numarayı. Komşuları Ayşen’le Abdullah’ı kızdırmaya bayılıyordu. “Ben olmasam sıkıntıdan patlar bunlar!” diye düşünüp bastı kumandanın düğmesine
Abdullah’ın, “ Ne oluyor kuzum? Seyredip duruyordum ne güzel. Niye değiştirdin ki kanalı?” diyen sesini duyduğunda Cemalettin’in gözleri muzipçe parladı. Ayşen, ayaklarını kadife pufa uzatmış, kendini okuduğu kitaba öylesine kaptırmıştı ki kocasının söylediğini duymadı bile. Abdullah’ın sesi bu kez daha tepkili çıkmıştı.
“Kızım niye değiştiriyorsun diyorum, cevap versene!”
“Ay! Ödümü kopardın Apo ya! Seyretmediğim şeyi niye değiştireyim ki delinin zoruna bak!”
“İnsan bir izin alır”
“Ben değiştirmedim diyorum. Aa! Üstüme iyilik sağlık… Hem kumanda yanındaki sehpada duruyor işte. Ayağın taşa takılsa benden biliyorsun zaten. Bıktım senin bu huyundan.”
Başını tekrar okuduğu kitaba eğdi Ayşen. Abdullah duyduğu mahcubiyetin etkisiyle kıpırdandı, kesik kesik öksürdü iki kez.
“Tamam, tamam uzatma !”
Bordo kadife kanepeye uyum sağlasın diye aldıkları sarı çizgili berjerlerde oturuyordu karı koca. Denize bakan balkonlarının sürgülü cam kapısına arkası dönüktü ikisinin de. Salona hâkim olan renk sarı yaldızdı. Yemek takımının neredeyse her yeri, koltuklarınsa ahşap kısımları abartılı oymalarla süslüydü. Perdeler kanepenin renginde, duvara tutturma püskülleri ise sarı doreydi. Orta sehpada, antikacıdan büyük bedelle satın alındığı belli olan lamba salona daha da ağır bir hava veriyordu. Tavandan sarkan kristal avize yetmemiş olacak ki duvarlarda kristallerle süslü bordo aplikler vardı.
“Bu seçimler kesin Ayşen’in zevksizliğidir!” dedi Cemalettin. “ Apo ne anlasın ki ev dekorasyonundan.”
Balkona çıkıp kocasının yan daireye uzandığını gören Tülin; Elini beline koyarak, “Yine mi Cemalettin?” dedikten sonra ekledi. “Gözünü seveyim yapma, şimdi kavgaya başlarlar, yazık değil mi insanlara?
Cemalettin, suçüstü yakalanmış çocuklar gibi kekeledi önce, “Tamam Tülin’ciğim ya! Bu kez uzatmayacağım ne olur eğlenceme mani olma.” Sonra kolunu komşu dairedeki televizyona doğru uzatıp kumandaya bir kez daha bastı. Abdullah, dikkatle seyrettiği maçın değiştiğini görünce yerinden zıplayıverdi. Telaşla sağına soluna baktı. Kumanda sehpada öylece duruyordu. Kısık sesle ‘La havle’ deyip tekrar maçın olduğu kanalı açtı. “ Gitti işte gol! Hay senin gibi televizyonun! “Eskidi bu televizyon, yenisini alalım deyip duruyorum, beni dinleyen kim?” diye söylendi Ayşen. “Sus Ayşen! Bütün sinirimi senden çıkartırım şimdi.”
Bağrışmaları ve karı kocanın birbirlerine yaptığı el kol hareketlerini eşinin yaptığı gibi yan balkona sarkarak gören Tülin üzgündü. “Eh be Cemalettin! Bak başladılar işte. Koskoca adamsın yahu!” diyerek çıkıştı eşine.“Aman be Tülin! Sen de şakadan hiç anlamıyorsun tamam bak valla bu son. Sunucunun “İşte! Bizi kupaya götürecek penaltı sayın seyirciler!” diye bağıran sesine aldırmaksızın kumandayı komşu televizyona doğru uzatıp düğmesine tekrar bastı Cemalettin. Abdullah, bozulduğunu sandığı televizyona olan güvensizliğiyle kumandayı eline almış bekliyordu. Hemen maç kanalına bastı. Tam görüntü gelmişti ki bu kez Cemalettin bastı kumandaya. Abdullah elindeki kumandayı canına kastetmiş birine karşı doğrultulan tabanca gibi, televizyona uzatmış habire aynı kanala basıp duruyordu. Maç görüntüsü gidip gelirken topun filelere girdiğini, sokaktan gelen, “Gooolll!” sesleriyle anlamıştı. “ Allah kahretsin!” diyerek kumandayı sinirle fırlatınca tam hedefe isabet ettirdi. Çıkan gürültü ve duman Cemalettin’i panikle içeri kaçırmıştı. Kocasının telaşını gören Tülin, “Yaptın değil mi yapacağını? Aferin sana!” diye bağırdı. Cemalettin elini bacağına vurup duruyor ve pişmanlıkla, “Sus, Tülin sus! Ben ne bileyim böyle olacağını? Ne güzel eğlenip duruyorduk.” diye hayıflanıyordu. “Duruyorduk değil canım, duruyordun.” diye diretti karısı. Abdullah’ın kükreyen sesi gittikçe yaklaşıyor gibiydi. Nitekim yan taraftan gelen
“ Cemalettiiinnnn” sesiyle irkildiler. “Geldiim!” diyerek koştu balkona. Komşusunun sinirden kararmış yüzünü, kulağının altında kıpır kıpır oynayan çene kaslarını görünce biraz kekeleyerek ama soluksuz konuşmaya başladı. “Söyle ağabeyciğim! Hayırdır, nedir bu gürültü? Yenge tabak takımıyla frizby mi oynuyor?” Balkona onunla birlikte koşan Tülin’den yediği çimdikle, “Ay!” diye inledi. “Şey yani! Bir şey mi düştü diyecektim sayın ağabeyim? Bir yerinize bir şey olmadı ya? Nasılsınız inşallah? Yengemle çocuklar da afiyetteler mi?” O anda ikinci çimdiği de yemişti. Bu kez Tülin konuştu. “Geçmiş olsun Abdullah ağabey, büyük bir gürültü duyduk. Umarım kötü bir şey yoktur?”“Merak etmeyin çocuklar biz iyiyiz çok şükür, sadece televizyonu kırdım.” derken sesindeki pişmanlık hafif bir gurur pırıltısı taşıyordu. Cemalettin Tülin’i iterek öne geçti ve tekrar söze karıştı.“Vah vah! Yani, Hay Allah! Demek istedim. Niye kırdın ağabeyciğim televizyonu? Yine zam haberi falan mı verdiler yoksa?” derken sesindeki titremeyi belli etmemeye çalışıyordu.Elini, ‘Ne diyorsun sen’ der gibi havaya kaldıran Abdullah, “Oğlum, haberin yok mu? Milli maç vardı, ne ilgisiz adamsın!” diye karşılık verdi. “Abi, ben oldum olası sevmem maçı ama kovboy filmi de, akan sular dursun.” Sohbetin gidişatı Cemalettin’i biraz rahatlatmış olmalıydı ki, iki balkonu birbirinden ayıran oluklu paravana tırmanmak ister gibi hareket etmekten vazgeçmiş, dirseklerini balkon demirlerine yaslayarak konuşuyordu artık. “Neyse, seninle laflayınca biraz yatıştım. Eskimişti zaten, yarın gider yenisini alırım. Olan Ayşen’e oldu. Her yer cam kırığı.” derken Abdullah’ın sesi üzgün çıkıyordu.“Birazdan Arif Ağabeyler akşam oturmasına gelecekler, isterseniz siz de buyurun, hem biraz sakinlemiş olursunuz.” diyen Cemalettin komşusuna yaptıklarının üzüntüsüyle süt dökmüş kediye dönmüştü. “Yok koçum! İş başa düştü, gidip hanıma yardım edeyim sonra da erkenden yatar uyurum.”
Usulca içeri girerken omuzları düşmüştü Cemalettin’in, gözlerini yerden kaldıramıyordu. Televizyonun düğmesine bastı. Maç bitmiş, stadyum boşalmak üzereydi. Sunucu futbolcuları tebrik edip, teker teker yorumlarını alıyordu.
Üç yaşında annesini, on üç yaşındayken babasını kaybetmesi, o zamanlar etkilemişse bile onu büyüten hala ve eniştesiyle geçen yıllar hayata muzipçe bakabilmeyi öğretmişti ona. Tülin’le evlendiklerinde ikisi de çok gençti. Geçim sıkıntısı çekmişlerdi elbet ama yılmamışlardı. Cemalettin bir oğul istiyordu. İlkinin kız olduğunu öğrendiğinde şaşkınlıktan sigaranın kor tarafını götürmüştü ağzına. İkincide ise haber verdiklerinde koşarak gelmişti iş yerinden. Son kızında da telefonda aldığı haberle yıkılmıştı. Karısı ; ‘Bu son’ demişti Cemalettin’e. “Allah kızlarımıza ömür versin, rica ederim şu oğlan takıntını bırak artık.” Oysa şimdi, bir zamanlar ‘Keşke oğlan olsalardı.’ diye hayıflandığı kızlarıyla gurur duyuyordu. Hem muzip hem de erkek gibiydiler. Mahallede dayak atmadıkları oğlan kalmamıştı. Geçen yıllar içerisinde kızlarını sevdiği gençlerle evlendirip damatlarını da hasretini çektiği oğul yerine koymuştu.
***
Sıradan diye başlanan bir gün kâbusa dönüşünce üç kızını da telaşla aradı Tülin. Cemalettin enfarktüs geçiriyordu…
***
Bilgi almak için hemşire odasına girmişti ki kocasına ait ekrandaki kalp ritminin bozulduğunu gördü Tülin. “Şükürler olsun Allah’ım” diye kavuşturdu ellerini göğsünde. Kocasının kendine geldiğini anlamıştı! Bilinci iki gündür gidip gelen Cemalettin’in kalp atışları bir taban, bir tavan yapıyordu. Tülin’in şükür dualarının aksine üç hemşire aceleyle koştu Cemalettin’in başına. “ İkinci bir kalp krizi” diye fısıldadı biri. Güldü Tülin “ Onu hiç tanımıyorlar” Elektro şok aletleriyle koşan hemşirelerin ardından ağır ve sakin adımlarla girdi yoğun bakıma. Kendinden çok emindi.
Gördüğü manzara onu hiç şaşırtmamıştı. Çünkü yoğun bakım hemşirelerinin hepsi birbirinden güzeldi ve biliyordu ki kocası onların hepsini başına ancak sahte bir kalp krizi ile toplayabilirdi. Bunu da göğsüne bağlanan elektrotlara vurarak yapabileceğini sadece o anlamıştı.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder