0 yorum YATAKTAN KAÇAMAZSIN

kecelerikacir.sopsy.com



8 Mayıs 2005 Belgin Yavuz

“Vücut hatlarını tüm ayrıntısıyla gösteren geceliğini giymiş bana doğru yürürken, yüksek topuklu terliklerini bir hamlede fırlatıp attı. Yüzündeki muzır gülüşle usulca üzerime uzandığında, arsız teninin yakıcı sıcaklığını iliklerime kadar hissettim. Pürüzsüz bedeni yılan gibi kıvrılırken, kısacık geceliğin yumuşak sateni tenimden adeta kayıp gidiyordu.”
Biriyle yatmayalı uzun zaman olmuştu. Her yanı buz kesmişti. “Ya ne yapacağımı bilemezsem,  ya üşürse içimde?” Telaşla mırıldanıp duruyordu. Derin bir iç geçirdi. “Korkma!” dedi kendine. “Bu iş bisiklet kullanmaya benzer, unutmamışımdır, birazdan hatırlarım her şeyi.”
Kadının alev kırmızısı ruju üzerine bulaşınca biraz daha sakin, sıcaklığının her yanını saracağından emin beklemeye başladı.  “Benden de geçiyor artık, şunun şurasında ne kaldı ki emekliliğime? Ah! Allah’ım yüzümü kara çıkartma ne olur.”
Ona sanki orada doğmuş gibi gelirdi. Yıllardır aynı yerde çalışıyordu. Müşterileri onun kadar sadık değildi ama o sabırla beklerdi. “Gelsinler, üzerime çıkıp rahatlasınlar, uyuyup dinlensinler.” diye beklerdi. Bir gelen bir daha uğramazdı ya! Her şeye rağmen seviyordu burayı.“Yakında yıkılır.” diye düşündü. Konuşulanlara kulak kabartmıştı.“Bir hafta, on güne kalmaz.”  demişti birisi. İnanmak istemiyordu, yan tarafa yapılan büyük otelde mi çalışsaydı acaba?
***
Elini bacak arasına görürdü. Sıcacıktı. “Aşkım! Hadi çık artık banyodan.” Pos bıyığına yakışmayan pembe panterli donuyla kapıda beliren sevgilisi buğulu bir sesle cevap verdi. “Geliyorum bir tanem”

Birazdan nefessiz kalıncaya kadar sevişecek, birbirlerine hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildikleri vaatlerde bulunacaklardı. “Keşke daha kaliteli bir otelde çalışabilseydim! Parayı yastığımın altına sokuşturmuyorlar mı? Nevrim dönüyor.” Seremonisi uzun süren sevişmeleri biter bitmez adam kaba, kadınsa eski terbiyesiz tavrına geri dönmüştü.
“Sadaka mı dağıtıyorsun ulan,  adam gibi ver paramı. Yoksa!”
“Yoksa ne ha! Söyle hadi yoksa ne? Beni tehdit mi ediyorsun kaltak?” Derken kadının suratına sert bir tokat indirdi. Beklemediği bu darbe karşısında sendelemişti. Bir yandan lastiği gevşemiş kırmızı külotunu giymeye çalışıyor bir yandan da ağlıyordu.  “Allah hepinizin belasını versin. Ama dur sen, duur! Derdini Rasim’e anlatırsın artık, çıkışta bekliyordur pezevenk. O gösterir sana gününü.”Adam makyajı akmış, ruju çenesine bulaşmış kadına bakıp, “Siktir git soyguncu orospu!” diye bağırdı. Topuklu terliğini kapıp ona doğru hamle yapmıştı ki karnına yediği tekmeyle üzerime düştü. Adam kapıyı çarpıp çıkmıştı. O ise kıvranıp inliyordu.
“Hayvan herif” dedim onu teselli etmek için. “Çok mu acıdı?” Attığı çığlığın tizliği tüylerimi ürpertti. Sonra aniden ıslanmaya başladım. ‘Ne oluyor?’ demeye kalmadan renk değiştirdiğimi fark ettim.   ‘Aman Tanrım, düşük bu… Yetişin! Ne olur yardım edin!’
Son sözü “Bebeğim!” olmuştu. “Zavallı bebeğim!”

Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Eskiden olsa temizlikçi kadın çabucak gelip düzeltirdi onu. Artık pek titizlenmiyordu. Üstü başı hep lekeliydi. ‘Herkes bir iz bırakıp gidiyor üzerimde.’ diye hayıflanırken kapıdaki tanıdık yüzü gördü.  “O da yaşlandı.” dedi hüzünlü bir gülüşle.  “Kusura bakma ne olur. Bana kalsa hiç iş çıkartır mıyım sana.” Kadın oralı olmadı. Temiz çarşafları torbadan çıkartıp kenara koydu, yatağın üzerindekileri dertop edip yere fırlattı. “Üşüdüm birden! Çabuk ser giysilerimi, çabuk!  Amma donuk kadınsın. İnsan bir iki laf eder, şarkı mırıldanır iş yaparken.” Görevli kadın, üstünkörü topladığı odadan bir an önce çıkmak ister gibiydi. “Ne bu acelen, müşteriler kapıda kuyruk da biz mi bilmiyoruz? ” Kadın ilk kez konuştu. Kelimeler ağzının içinde kayboluyordu.
“Halime bin şükür Yarabbim! Parasızlık çekilir gibi değil ama ya bunun gibi akıl fakiri olsaydım?” “Bu da ne demek şimdi?” diyecek olmuştu ki odaya girenleri gördü. Allı güllü pazen entarisi, ayak bileklerine kadar uzanan kadın, kucağındaki bebeğe anlaşılmaz şeyler mırıldanırken, gelişigüzel kesilmiş kısa saçlarını sanki uzunmuşçasına kulağının arkasına sıkıştırmaya çalışıyordu. Onu iterek odaya sokan tıknaz adam, gözleriyle odayı kolaçan edip,“Geç hadi  geç!.. Bebeği de yatağa koy.” diye bağırdı.Kestane kızılı saçları ensesinde toplanmış kadın,“Bağırma lütfen, biliyorsun senden korkuyor.” dedi şefkatle.
           “Çabuk yerleştir şunları da çıkalım.”
           “Bir daha düşünsek?”
           “Saçmalama, ok yaydan çıktı artık.”
           “Ben yapamayacağım galiba. Korkuyorum.”
           “Olmaz öyle şey. ”
           Onlar konuşurken o üzerine konan bebeğe bakakaldı. “Yahu bu daha yeni doğmuş. Aguu! Canııımm…Hadi gül bakayım!” “Her agu yapana gülseydik ohoo!  Küçüğüz diye kafamız çalışmıyor sanıyorlar. Zihnim açık kardeşim!  Sadece konuşamıyorum o kadar. Yemek yersem büyüyüp her istediğimi yapabilirmişim. Geldiğim yerden söylediler.”
Donup kalmıştı. “Doğru demişler” diye kekeledi.
           “Şaşırmış gibisin?”
           “Konuşan bir bebeğe ilk kez rastlıyorum. Neyse! Boş ver şimdi, kim bu kadın? Annen mi? Niye böyle? Geri zekâlı mı? O geri zekâlıysa sen nasıl normal doğdun? Hoş, benimle konuştuğuna göre sen de pek normal sayılmazsın ya!”
           “ Heyy! Bebek olduğumu unutuyorsun galiba. Bu kadar soru arka arkaya sorulur mu? “
Koltukta oturan Sevgi’ye bakarak,
            “ Evet “ dedi. “ O benim annem. Geri zekâlı olduğunu söylüyorlar. Çocukken girdiği havuzda başını mı çarpmış, nefessiz mi kalmış, öyle bir şeyden sonra böyle olmuş. Keşke akıllı olsaydı ama beni çok seviyor bunu biliyorum. Biz bakışarak anlaşırız onunla, bana hep güler.”
           “ Adam kim, baban mı? Yanındaki neyin oluyor? “
           “ Hıı! O babam, öbürü de sevgilisi. Annemi öldürecekler galiba, plan yaparlarken duydum. Anneme bir miras mı kalmış ne.
           “ Eyvah! Çabuk polisi ara. Bir kez daha kan görmeye dayanamam.”
           “ Olur canım, telefon ne tarafta? Hatta ihbarı bizzat gidip biz yapalım. Benimle dalga mı geçiyorsun? Hem ölmek kötü bir şey değil ki. Daha yeni geldim o taraftan, orası buradan bin kat iyi.”
            “Ben de ölünce oraya mı gideceğim sence ?”Kadının öfkeli sesini duyunca sustular.
           “Hayır efendim! Git başka odada yap.  Anne senin, bebek benim, öyle anlaşmıştık.  ”
           “Bana bak, yan çizmeye kalkarsan fena oluruz. ”
           “Hani birbirimize güvenip yaptığımız işleri kontrol etmeyecektik.”
           “Benim kontrole ihtiyacım yok ama senden şüpheliyim.”
Yastığımın birini alıp adamın yüzüne kapatır gibi yaparken şuh şuh bakıyordu.
            “Paris uçağı sabah kaçta kalkıyor demiştin?
            “Git hadi git. Bana güven. Aşağıda buluşuruz”
           Adam, Sevgi’yi kolundan tutup dışarı çıkartır çıkartmaz, alelacele altını temizledi bebeğin. Girişteki dolabın kapağını açıp yere koyduğu yastığın üzerine temiz bir havlu serdi.  Su ve süt dolu iki biberonu torbaya koyup yanına bıraktı. Yataktaki bebeği alıp, dolabın içine götürürken, “ Senin için bundan daha iyisini yapamam küçük kız. Dua et de bizden sonraki müşteri çabuk gelsin yoksa açlıktan ölürsün. Sakın unutma. Odaya birinin girdiğini duyduğunda avazın çıktığı kadar bağıracaksın.”
          Gök gürledi. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Hafriyatçılar oteli teslim aldığından beri gayri resmi işletip duruyorlardı bir haftadır. Dediklerine bakılırsa yüz küsur odadan ancak on beş yirmi tanesini eşyalı tutabilmişlerdi. “Benim katta sadece iki oda vardı iş gören. Sabahın ilk ışıklarını bebek ağlamasıyla karşıladım. Belli ki acıkmıştı. Hangisine yanacağımı bilmeden lanet okuyup duruyordum. Allah’ım ne günah işledim de seyrettirip duruyorsun bana bütün bunları. Dün geceki daha doğamadan öldü. Ya bu? Göz göre göre gidecek. Elim kolum bağlı. Lanet olsun bu dünyaya…”  Cümlemi tamamlamamıştım ki…“Hay Allah sizden razı olsun.  Yok! Yok! Kimseye bir şey demem merak etmeyin. Bir cenazem var, bu gece kalıp yarın erkenden gideceğim. Siz geldiğinizde ben çoktan çıkmış olurum.” diyen biri girdi odaya. Orta yaşlı, eli yüzü düzgün birine benziyordu. Şöyle bir süzdü odayı. İfadesinden pek de beğenmediğini anladım. ‘Yadırgarsın tabii.’ dedim. Halin iyi otellere alışık gibi duruyor. Yarın yıkılacağımızı söylemediler mi sana?  Bak bak çekinme, banyoya da uzat başını. Her şey yerli yerinde çok şükür… Ee! Evyelerin eskiliğine de aldırmayacaksın artık. Halı mı? Desensiz gibi görünüyor değil mi? Oysa küçük sarı çiçekleri vardı eskiden, üstelik yumuşacıktı.  Evet perde, üzerimdeki örtüyle aynı desende. Ne olmuş yani halkaları eksikse. Sen bakma yerlere sarktığına, kolalıydı eskiden, vakurla dururdu pencerede. Mavi beyaz karelerinin kesiştiği noktadaki pembe güller var ya kan kırmızıydı bir zamanlar. Şu kirli kapitone başıma kim bilir kaç sanatçı dayadı sırtını. Şimdi öyle görünmesek bile komodinlerim, şu aynası kırık şifoniyer,  hepimiz beyaz formikaydık. Kulplarını bile çalmışlar çekmecelerimin.
           Beni duymadığından emin konuşup duruyordum O ise odaya girdiğinden beri elinden bırakmadığı çantayı üzerime koyup içini karıştırdı. Başucuma bir resim çerçevesi koydu. Yanına da bir kutu ilaçla bir şişe su.
            Kalkıp tuvalete girdi. Seslerden anladığım kadarıyla abdest alıyordu. İşi bitince abajuru yakıp üzerime uzandı. Eğilip çerçeveyi aldı. Resimdeki kimse! Onunla konuşuyordu. Bebekten ise çıt çıkmamıştı ‘Eyvah!’ dedim. Korktuğum başıma geldi.
           “Oğlum. Onur’um.  Ellerim kırılsaydı da atmasaydım o tokadı? Sensiz ne yaparım şimdi, nasıl yaşarım bu yükle? “
           Yüzünü hıçkırıklarla gömdü yastığıma. Şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim. Teselli etmeye çalıştım ama beni duymadı. “Ah!” Dedim Ah kahpe felek, mutlu bir gün görmeden mi gideceğim bu diyardan? Ya otel köşelerine düşmüş bir garibanı verdin koynuma ya daha kundaktayken annesiz kalacak bir sübyanı ya da kaybettiği oğlunun ardından pişmanlıkla ağlayan bu babayı. Birden kalkıp oturdu, avucuna doldurduğu ilaçları tam ağzına götürecekken, dolaptan canhıraş bir ağlama sesi geldi. O durdu. Ben de durdum.  İkimiz de çıt çıkartmadan, nefes almaktan korkarcasına bekliyorduk. Belki yeni bir ses, bir işaret… Tekrar başladı bebek. 
          Tembihleri dinlemiş gibi hiç susmadan ağlıyordu. Şaşkın, bitkin yerinden doğruldu adam. Sesin geldiği yere doğru gitti. Girişteki gardırobun kapağını gıcırtıyla açtı. Gördüğü manzara ne ilaç bırakmıştı aklında ne de oğul.  Ağlamaktan morarmış bebekle aynı anda gördüğü biberonu da kaptığı gibi soluğu üzerimde aldılar. Sütle suyun içilmesi bitince oğlunun resmini öptü adam. Zor duyulan hüzünlü bir fısıltıyla, “Ne diyeyim bilmem ki? Teşekkür ederim oğlum.” Süt kokan bebeğin başını omzuna yerleştirip kokusunu içine çekti. Koyun koyuna uyuyakalmışlardı. Gün ağarırken gürültüyle açılan kapıya fırladı üzerimden.

           “Sabahın köründe karı isteyen azgın sen misin koçum ?” diyerek odaya dalan yaşı geçkin kadına bakakaldı. Güldüm. Yağmur dinmiş, güneş pervasızca parlıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder