1 yorum Miami'ye bir ikiii!:)





Yıllarca hayalini kurup çıktığımız geziden döndük. Döndük dönmesine de, hatıralarımızı size anlatmak için yaptığım hazırlık seyahatten uzun sürdü iyi mi?:)
20 günü gemide, 4 günü Miami’de, yok aktarmasıydı, yok saat farkıydı derken, eve dönüşün 28 günü bulduğu bu seyahati anlatması da uzun olacak gibi görünüyor.
Olsun ben de parti parti anlatırım, hem daha heyecanlı olur:)
Öyle çok fotoğraf çekmişiz ki. Rüştü’nün (bilmeyenler için; kendisi eşim olur) çektikleri, benimkiler derken tuttuğum günlükle resimleri eşleştirmek hayli eğlenceli oldu. Sanki her şeyi yeni baştan bir kez daha yaşadım.
30 Ekim 2013 te çıktık İstanbul’dan. 19 Kasım’da da Miami’ye vardık.  

Eğer hazırsanız bu partide İstanbul- Dubrovnik - Venedik bölümünü anlatacağım.

Amaaa! Kaptanın seyir defterini açmadan önce taa! Amerika’lara gideceğimiz gemimiz Divina  hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum.



Dünya güzeli kızımız, 138 gross tonmuş mesela.
1600 den fazla kabini varmış. Dört bine yakın yolcu taşıyabilen ve Kuzey Amerika’ya giden ilk Fantasia sınıfı gemiymiş.
22.55 deniz mili hız yapan Divina’nın uzunluğu 333 m. (Niye 335 değil ki?)
Kat sayısı ise 18 miş. Gemide 120 bakım onarım personeli – 110 tesisatçı – 80 elektrikçi – 54 marangoz!! 100 kişilik yangın, 50 kişilik ilk yardım ekibi varmış. Az daha yolculara yer kalmayacakmış:))

Bu bilgileri her gece odamıza bırakılan, gemi gazetesinden edindim:) Bu gazete ertesi günün hava durumunu, varılacak limanları, tiyatroda seyredeceğimiz showları hatta  akşam yemeğinde ne giymemiz gerektiği bile bildiriyordu. (Haa! Uyarsın uymazsın , o senin bileceğin iş.)


30 Ekim 2013 - 18.08
Belgin’in seyir defteri..
Sabah 10.00 (İzmir) uçağı ile geldiğimiz İstanbul limanından ayrılalı bir saat oluyor.


Gemi, beklediğimizden çok daha ihtişamlı, şık ve şıkır şıkır.


Biner binmez herkes gibi etrafı keşfe çıktık biraz.


Çok hoş sanat eserleri vardı.


Dolma kalem heykeli yapmak kimin aklına gelir ki?:)


Münire (Koçanaoğulları) ablayla, “Bir akşam mutlaka gelelim” diye sözleştiğimiz barlardan biri.


Bu şıkırtılı yerse asansörler!!


5. kat  tahliye sandalları, aynı zamanda yürüyüş parkurumuz:)










Disko, disko partizani:))


Kütüphane


Spor salonu. Burada çok gülünesi bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Rüştü’nün önerisiyle spor yapmaya gittiğimiz salonda daha önce görmediğim bir sürü aletle karşılaştım. Dur bakayım bu ne işe yarıyordur derken,  kol çalıştırmak için olduğuna kanaat getirdiğim bir tanesinde karar kıldım ve kendimce çabalıyorum. Kadının biri geldi ve dedi ki: “Hangi kasınızı çalıştırmak istiyorsunuz?  (Bak artık!?:))  Kool! dedim saf saf.. “ Ama! “  dedi, "Bu sırt için." Haydi buyurun buradan yiyin:)))))  Rezil olduğuna mı yanarsııınn. "Hımm!" dedim. “Ne kadar da kol çalıştırma aletine benziyor değil mi? “ Ama ben sizi hoca beller, her aleti sorarım şimdi” deyince kadın ufak ufak uzaklaştı yanımdan:))




Çocuk kulübü



Yani, kendüm yaptım diye demiyorum ama şu telefon kılıfının masanın üzerindeki duruşuna bakar mısınız arkadaşlar yaa!:)


Geminin en arkası – yemek ve kahvaltı salonu








Kapalı havuz





Her gün bir sürü animasyonun olduğu 14.kat Aqua Bölgesi


Çocuklar için su kaydırağı..


Ücretli olduğu için daima boş olan İtalyan Restoranı:))











Resepsiyonların olduğu, akşamları yemeğe ya da barlara giden yolcuların buluştukları, daima hafif müzik dinletisinin olduğu orta alan.







Kumarhane








Akşam yemeği yediğimiz restoranlar




Barlar


Yemeğe gidiş yolundayız


Her gece başka bir aktivitenin yapıldığı geminin en büyük salonlarından biri




Muhteşem gösteriler izlediğimiz Panteon Salonu



Gemimiz cidden büyük. Yön duygum harika olduğu için hemen çözdüm deerrmişim!:)) 


İşte, 11. kattaki "Balkonundan okyanus geçen"  odamız:)



Kat görevlimizin adı Endy. Honduras'lıymış. Çocuk söyleyince “Aaa! ne güzel” dedim ama Honduras’ın nerede olduğunu bilmiyordum. Orta Amerika’daymış.  Hemen buz istedik Endy’den, şıpadanak getirdi:)) Şu anda bizden mutlusu yok. Hayır hayır, böyle bir geziye çıktığımız için değil. Gemiye 2 büyük Yeni Rakı ve bir Absolut sokabildiğimiz için çook sevinçliyiz ve an itibariyle hem içip hem yazıyorum:))))




Havuz ve jakuzilerin suyu her gün değişiyormuş. Denizden alıyorlar tabee. Devletin malı deniz, çekmeyen domuz:) (olmadı ama uysa da..)  


Yola çıktığımız gün tüm yolcuları tiyatro salonunda topladılar ve genel bir bilgi verdiler sonra da acil durum tatbikatı yapıldı. 







Yok böyle bir salon arkadaşlar, cidden çok büyük ve çok şıktı. Neredeyse her gece muhteşem showlar izledik Panteon Salonunda.

31 Ekim 2013 – Saat 07.30
Çok güzel bir havaya uyandık. 2012 Aralıktan bu yana 30 ekim gelse de gitsek diye beklediğimiz gezi başladı da bir günü geçti bile.
Şimdi yürüyüş zamanı.. Her gün geminin 14. katında 10 tur atmaya karar veriyoruz.


(Tabi bu karar yalan olacak ve ben 3 kilo almış olarak döneceğim İzmir’e ama henüz haberim yok:)
Yürüyüşümüzden sonra kahvaltıya gidiyoruz. O da 14. katta. O günden sonra biliyorum ki artık baconsuz kahvaltı edemeyeceğim:))


Akşama gala var. Bu demek oluyor ki, en şık giysiler giyilecek.
Daha önce gemi seyahati yapanlar Divina'yı, hizmetlerini ve yemekleri pek beğenmediler. Her şey tırışkaymış!
Bizim ilk gemi seyahatimiz olduğu için bu tırışkalığın pek farkında değiliz. Bildiğimiz ve beğenmediğimiz bir şey varsa o da kalabalık. 
4000 kişi var gemide. Ne bu yaa! 


Tabağın içine bir sürü solucan konmuş gibi durmuyor mu Allah aşkına?
Çocuklu çoğunluğun Venedik’te ineceğini umuyoruz. Amin:)

23.10..
Şımşıkırdım giyinip gala gecesine gittik .


Gittik, gitmesine de bizi içeri almadılar:) meğer bu gala başka galaymış. Ama çoğu insan aynı yanılgıda olduğu için smokin giyenler bile vardı.


Yani hiiçç sırıtmadık. Yemekte kuşkonmazlı ıstakoz vardı söylemesi ayıp….




( O gece, seyahatin sonuna doğru bizde ıstakoz, karides ve kalamar görecek hal kalmayacağını bilmiyorduk henüz:))

10.30 gibi Dubrovnik’e giriyoruz….koskoca geminin süzüle süzüle girişi müthiş….akşam 17.00 ye kadar buradayız.










Dubrovnik ya da eski adıyla Ragusa, Hırvatistan’ın Adriyatik Denizi sahilinde bulunan, Orta Çağdan kalma tarihi eserleri ile ünlü bir şehir.
Hırvatistan’ın 1991’de Yugoslavya’dan ayrılışı sırasında çıkan iç savaşta, Sırp saldırıları nedeniyle çoğu tarihi eser zarar görmüş, UNESCO’nun başlattığı restorasyon çalışmaları ile şehir 2005 yılı itibariyle eski görünümüne kavuşmuş. 

























"İnsanın hayatı boyunca kendisine yapabileceği en büyük iyiliklerden biri bu şehri görmek, tarih'in ne menem bir mefhum olduğunu hissetmek için birebir. Eski şehirde dolaşmak uyanıkken rüya görmek gibi."  demiş birisi. Aynen katılıyorum:)











"Bu da nereden çıktı?" demeyin:))))
Kardeşim, adam böyle denize girerse ben de  fotoğrafını çeker bloğuma koyarım yanii:) O soyununca sorun yok, ben resmini koyunca mı olay oluyor anlamıyorum ki?:)) 
Sorun yok mu??
Ha! bi de beğendiniz yani..
Ee! ben niye konuşuyorum ki o zaman?:DDDD


Sevdik biz burayı. İnanılmaz bir tarihi dokuya! sahip. 




Günün sonuna doğru İbrahim abinin kaptanlığında minik bir denizaltı turu yaptık, oldukça ilginçti….


Hem deniz altını hem de üstünü turladık yani…




Münire ablacığımla


















Şimdi kamarada Absolud içerek yazıyorum bunları:))) Birazdan akşam yemeğine gideceğiz. Yemekten sonra ne yapalım diye gemi gazetesini inceliyorum bir yandan. Hangi barda ne müzik var? 


Akşam yemeğimiz hoştu…kırmızı Şili Şarabı eşliğinde başlangıç olarak Mozerella Peyniri sonra salata  ve ana yemek hindi. 



Gemi  sabah 08.00 de Venedik’e varacak…09.00 gibi moterettolara binip San Marco meydanına gideceğiz. Saat 19.30 da Divina’ya dönmek üzere Venedik gezimiz başlayacak. 

Şimdi dodo zamanı. Üçüncü kez okuduğum, kim bilir daha kaç kez okumaktan bıkmayacağım kitabımı (MS 2150) elime alıp uykuyu bekliyorum.


2 Kasım 2013
Sabahın ilk ışıklarıyla giriyoruz Venedik'e. 10 yıl önce karadan geldiğimiz yerlere denizden gitmenin keyfini çıkartıyoruz. 









Her şehre girişte olduğu gibi tüm yolcular güvertelere koşuyoruz. 
Hava soğuk, iyi ki kalınca bir şeyler de getirmişiz. 






Koskoca gemi süzüle süzüle giriyor ana kanala. San Marco Meydan'ına doğru ilerliyoruz:)15.kattan neredeyse kuş bakışı görüyoruz her yeri.




Kanallar şehri Venedik'te birçok köprü var haliyle. Bu köprülerin en önemli ve ilginci Ahlar Köprüsü. Özelliği de sorgu odalarını Venedik'in ünlü hapisanesine bağlıyor oluşu. İdam mahkumları sorgu odasından çıktıktan sonra Venedik'in eşsiz manzarasını kısmen en son buradan görürlermiş. Kalın betonlarla örülü ızgaralardan ne kadar görürlerse artık:)







Hilton Oteli


Buncağızımı bir şeylere benzetmeye çalıştık ama beceremedik:) O da bizim cahilliğimiz:) Bienal falan mı vardı acaba?:)




Kocam diye demiyorum ama perspektife bakar mısınız lütfen:)






San Marco Meydanı sular altındaydı. Kış günü, deniz yükselmiş haliyle. 


























Burada renklere hayran olmamak ne mümkün?












Rialto Köprüsünden büyük kanala bakış




























Geçen gelişimizde klasik bir Venedik turu yapmıştık, bu kez arka sokaklara sapıp yeni yerler keşfettik.




Yanar, yanar bu Antika Pazarı'dan bir şey almadığıma yanarım:(((






























Bıdık'ımızı çok özledik:)














Murano camlarını görüp de vitrine yapışmamak mümkün mü?






Vaporettolara binip gemimize doğru giderken, Hilton Oteli'nin önünden geçiyoruz.





Bu zatlar bi içeri bi dışarı dolanıp duruyorlar habire:)




Ne güzel görünüyor değil mi?


Gemiye dönüş vakti.


Bir yandan gün batıyor


Diğer yandan yorgun ayaklar dinlenmeye alınmış:)



Belgin'in seyir defteri: 

2 Kasım cumartesi 16.50  
Venedik sokaklarını ve kanallarını fellik fellik gezerek ayaklarımıza kara suları indirip gemiye biraz erkence döndük. Sonunda beklediğim gün geldi. Büyük bir grup (özellikle küçük çocuklu aileler) için gezi Venedik’te son buldu. Gemi mevcudu azalacak yuppiii!. 
Kara turundan erken dönmenin avantajını kullanıp kimseler yokken tertemiz havuz ve jakuzilere koşuyoruz;)

 Tam da düşündüğümüz gibi. Bir Allah'ın kulu yoktu. Demem o ki kocam neredeyse tüm mekanları benim için kapatmış sanki:) Yorulan ayaklarımıza jakuzide bolca su masajı yapıp dinlendirdikten sonra odamıza gelip Venedik’ten alıp gemiye sokmayı başardığımız viskilerimizi yudumlamaya başladık.
Ahanda şu an, o an. Durun bir yudum daha alayım..hehhee!:)) Okuyanlar için çok üzgünüm ama durun bi dakka iki tane de badem atıyoruumm. Tamam yazmaya devam edebilirim:))
Venedik’i yaklaşık 10 yıl önce görmüştük demiştim ya, bilgilerin ve anıların tazelenmesi güzel bir şeymiş ama en çok neye yandım biliyor musunuz? Da Vinci’nin sergisi vardı ama önünde öyle manyak bir kuyruk vardı ki gezmemiz mümkün değildi.

Ben bunları yazarken buradan görüntü alabildiğimiz tek Türk kanalı TRT 1’i açtı Rüştü. Atatürk’ün Meclisi'ne sokmayı başardıkları başı bağlı 4 kadın milletvekili ile ilgili haberleri seyredince sinirlerimiz bozuldu. 
30 Ekim sabahı böyle uzun bir seyahate çıkmanın yoğun telaşında olsak da 29 Ekimde Gündoğdu Meydanındaki coşkuyu kaçırmayı bir an bile düşünmemiş Cumhuriyet Çocukları olarak çok üzgünüz.





18.30 Venedik ışıklarıyla ayrılıyoruz buradan. Millet kıyıda gruplar halinde geminin geçişini izlemeye gelmiş.





Onların gözüyle bakmaya çalışıyorum gemiye. "Ah! o gemide ben de olsaydım" durumu aşikar zira habire flaşlar patlıyor bize doğru. Biz onları, onlar da bizi çekiyorlar.




By by Venedik..

1 yorum:

  1. Bayıldımmm, yorumların sayesinde gitmiş kadar oldum Belgin teyzemm :)

    YanıtlaSil